30 Ağustos 2012 Perşembe

Ertuğrul Özkök












Asla Arkana Bakma

Asla Arkana Bakma
Tess Gerritsen
Martı Yayıncılık
Nisan 2012
343 Sayfa
Puan : 8

Hayat insanı yalanlara alıştırabilir ama ben içimdeki sesi dinleyip bu sahte dünyanın dışına çıkacağım…

O ses ısrarla ölmediğini söylüyordu; efsanevi pilot Wild Bill Maitland, yani babam, acımasızca hazırlanmış bir oyuna alet edilmiş olabilir miydi? Yaşanan trajedinin üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen gerçekleri gün yüzüne çıkarmalıydım; daha dün gibi hissettiğim hüznü dindirmemin tek yolu buydu. Ama izlerin peşine düştükçe birileri hunharca öldürülüyor, geçmişe doğru attığım her adımda biraz daha dibe çöküyordum. Tek başımaydım, güçsüzdüm ve etrafımda güvenebileceğim kimse yoktu; ta ki onunla karşılaşana kadar…

Romanları dünyada milyonlarca okuyucuya ulaşmış usta yazar Tess Gerritsen, alışık olduğumuz tarzının dışına çıkarak bizleri bambaşka bir yönüyle tanıştırıyor. İçine romantizm de serptiği macera yüklü kitabı Asla Arkana Bakma heyecan ve gerilimin sınırlarını zorluyor.



Kitaptan Bölümler :

"İşte, kanserin en iyi yanı da bu. İnsanın yarım kalan işleri, yanıtlanmamış soruları bir sonuca ulaştırmaya vakti oluyor. Babam da başlı başına yanıtlanmamış bir soru."


"İşin üzücü tarafı şuydu ki , o hiçbir zaman bir efsanenin kızı olmak istememişti. Onun Vahşi Bill'den istediği şey yiğitlik, cesaret veya kahramanlık değildi.
İstediği şey, hepsinin ötesinde bir babaydı."


"Ona aşık olmam sadece bir ayımı aldı, çekip gidişini seyretmem bir yıldan fazla. Öğrendiğim tek şey, ilişkinin tek bir günde bitmediği. Sevgililerin çoğu ayağa kalkıp öyle aniden çekip gitmiyor. Bunu yavaş yavaş, adım adım, her seferinde inciterek yapıyorlar. İlk olarak, 'Evlenmek şart mı ki, sadece bir kağıt parçası,' diye başlıyorlar. Bunu, 'Bir insan nasıl sonsuza kadar söz verebilir ki?' takip ediyor. Belki de bu işi babamın yaptığı gibi ele alınması en iyisi. Mazaret yok. Sadece çekip gitti."


"'Sana küçük bir tavsiye, Guy,' dedi. 'Sakın oğlundan vazgeçme. Bu terk edilmiş bir çocuğun tavsiyesi, babalar değerli varlıklardır.'
...
'Bazı şeyler vardır ki çocuklar asla unutmaz.'
'Ya da affedemez.'"


"İnsanın sevdikleri tehlike altındayken savaşın şekli değişiyor, öyle değil mi?"


"Willy, neden sürekli kadınların affetmek zorunda olduğunu merak etti."

Samizdat

Soner Yalçın
Samizdat
Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı?
Kırmızı Kedi Yayınevi
Nisan 2012
549 Sayfa
Puan :

Benim ülkemde; düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülür. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran - arayan - kovalayan zihne sadece düşmanlık edilir. Düşünen insanın korunağı yoktur…

Benim ülkemde; iktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen her zorba güç, yalnızca kendi isteğinin onaylanmasını, gururunun okşanmasını ister…

Benim ülkemde; kafasıyla değil, ağzıyla konuşan yorumcular - açıklayıcılar, gerçekleri başka kalıplara sokarak özgürlüğü çürütmenin gönüllü aracılığını yaparlar…

Benim ülkemde; bir gazeteci - yazar hapse atılarak yayınevine, gazetesine baskı yapılarak, sonsuza kadar sessizliğe - unutuşa mahkûm edilmeye çalışılır…

Ama benim ülkemde; gerçekler de inatçıdır.
Mutlaka yazılır.
SAMİZDAT gibi…

SONER YALÇIN
Silivri Cezaevi


Kitaptan Bölümler :

"...Salonda, annemin fotoğrafıyla göz göze geldim. On yıl önce kaybetmiştim. Ölüm bir hayata son veriyor ama ilişkiyi bitirmiyor. Kimi ruhlar kaçar gibi uzaklaşır bedenden, kimi ise bırakmak istemez. Doktorun, "Alın götürün, pek ömrü kalmadı" demesinin üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra vefat etti annem. Yaşam tutkumu ondan almışım. Şimdi fotoğrafıyla moral veriyor oğluna..."


"Küba/Havana yakınlarındaki eşsiz doğa içindeki Hemingway'in evine hayran kalmıştım. Evin her yanı kütüphaneydi; tuvalette bile kütüphane vardı. Anlamıştım; bütün yaratıcıların ebedi bir rüyası vardı:  Zihinsel gücü dağıtmadan, rahatsız edilmeden çalışacakları bir ev."


"Aslında herkes-hepimiz Ergenekon'a inanmak istedik. Devlet, içindeki pisliği kaldırıp atsın istedik.
Suikastçılar, provokasyon tertipçileri bulunsun istedik.
Faili meçhul cinayetler aydınlansın istedik.
Bunları kim istemez... 25 yıllık gazetecilik hayatım bunları yazmakla geçti. Kaç gazeteci vardı benim gibi, bu karanlık odaların ortaya çıkarılması için çaba sarf eden? Halk, karanlık olayları gerçekleştirenlerin tek tek yakalanıp yargıya hesap vereceğine inandı.
Sonuç:
Koca bir hiç. Çünkü bu bir yalandı. Ve maalesef bir avuç insan dışında herkesi inandırdılar. Aldattılar. Göz göre göre, bir çocuğu kandırır gibi yaptılar bunu.
"Ergenekon" bir terör örgütü adı değildi, bir intikam aracıydı. AKP'ye, cemaate kim muhalifse zindana atıldı; üstelik doğru dürüst bir kanıt aranmaksızın, delil imal edilerek...
İnsanların iyi niyetlerini sömürdüler.
Oysa...Gladio yine sahnedeydi. Yeni bir Türkiye dizayn etmek istiyorladı. Ortadoğu'da koçbaşı misyonu yapılacak bir Türkiye. Oyunbozanlar Silivri'ye atılmalıydı; kah gazeteci, kah aydın kah asker. Sırbistan'da, Gürcistan'da, Ukrayna'da yapılanların benzeriydi aslında tüm bunlar. Bu kez büyük oyunun piyonu Cemaat'ti.
Polisiyle, savcısıyla, gazetecisiyle , yazarıyla, politikacısıyla Cemaat yetiştirmesi altın nesildi. Cemaat'in büyük ideali Altın Nesil Projesi büyük bir suça dönüştürüldü. Yoksul ailelerin soylu ruhlu çocuklarından günahkarlar yarattılar, kör bir gücün piyonu yaptılar. Kötülüğün simgesi haline getirildiler.
Evet... Sizin hayat deneyiminiz başkasının tecrübesi olmuyor; acı gerçek bu. Herkes yaşayarak kendi tecrübesiyle öğrenecek bu pis tezgahı/kumpası... Küstah bir cahilliğin, zihniyet zorbalığının müfrezesi Cemaat'in neler yaptığını umarım insanlar başlarına gelmeden öğrenir.
Şimdi yeni kurbanlar bizlerdik. Biz; habercilikte inat eden gazeteciler... Odatvciler..."


Sanılıyor ki despot yönetimler sadece askeri darbelerle iktidara gelir. Hayır, seçimle de gelebilir. Türkiye'de kimi çevrelerin dayatmasıyla sadece "araca" bakıp "sonucu" görmek istemediler. Oysa dün askere yaptırılan bugün Cemaat eliyle polise, savcıya, hakime yaptırılıyordu.