30 Aralık 2009 Çarşamba

CETURK Temsilcisi Oldum:)

CETURK olarak 7 yıl önce başladığımız bilişim dünyası maratonuna aramıza üniversite temsilciliği ünvanı ile katılan arkadaşlarımızla birlikte daha aktif ve paylaşımcı olarak yolumuza devam edeceğiz.

Bize bu konuda destek veren herkese teşekkür ediyoruz.

Olcay KÜK
CETURK Yöneticisi
CETURK – Türkiye’nin Bilişim Platformu













Sonuçlar...

Bilişim dünyasında farklı platformlarda yer almak ve bu dünyanın içinde var olan oturmuş topluluklara destek verme fikri her zaman bana çok iyi göründü. Bu yüzden CETURK' e destek vermek amacıyla başvurdum ve kabul edildim. CETURK Ailesine teşekkürler. Tabi önemli olan görevi layıkıyla yapabilmek:D

29 Aralık 2009 Salı

TEMA’dan köy okullarına 5 bin kitap

TEMA Vakfı Trabzon İl Temsilciliği tarafından ''Her Okula Bir Kütüphane, 10 Bin Kitap'' Kampanyası kapsamında 3 yılda toplanan 5 bin kitap 30 okula aktarıldı.


TEMA Vakfı Temsilcisi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Coşkun Erüz, vakfın 7'den 77'ye her yaştan bin 500 gönüllüsü ile doğa ve toprak koruma bilincinin, ancak eğitim ve bilgiyle olacağının bilinciyle faaliyetlerini sürdürdüğünü belirten Erüz, ''Temsilciliğimiz ve gönüllüler, sosyal birey ve kuruluş olmanın verdiği sorumlulukla, eğitimin yanında sosyal dayanışma konusunda da imkanlar oranında, ihtiyaçlı olan birey ve okullara destek vermeye çalışıyor. Bu kapsamda 3 yıldır 'Her Okula Bir Kütüphane, 10 Bin Kitap' projesini sürdürüyoruz'' dedi.

Proje süresince 5 bin civarında hikaye, roman, araştırma, referans ve okuma kitabı ve yardımcı ders kitabı toplandığını ifade eden Erüz, ''Bu kitaplar ihtiyacı olan il ve ilçelerin köyleri ve kentin yan mahallelerindeki 30 okula aktarıldı. Öğrencilerin kitap okuma ve bilgiyi araştırarak öğrenme alışkanlığını teşvik amacı ile okulların kitaplık ve kütüphanelerine destek verilmektedir'' diye konuştu.

Eğitim, kültür ve bilimsel gelişmeye destek amaçlı kampanya ile ülkenin geleceği olan çocuklara destek vermekten onur ve gurur duyduklarını vurgulayan Erüz, şöyle devam etti:
''Kampanyamız en az 10 bin kitap, kırsal ve merkez dışı okullara ulaştırılıncaya kadar devam edecektir. Proje eğitime destek amacı yanında halkın sosyal dayanışmasının sürekli kılınması amacını da yerine getirmektedir. Projeye destek vermek isteyen halkımızdan, evlerinde saklanan ya da ihtiyaç fazlası olan özellikle hikaye, roman, yardımcı ders kitabı, test kitapları gibi ilköğretim ve liselerde kullanılabilecek kitaplarını bizlere ulaştırmalarını rica ediyoruz. Toplanan kitaplar ihtiyacı olan okul ve öğrencilere ulaştırılacaktır.''


‘BİZİM İÇİN ESKİ OLAN BAŞKALARI İÇİN YENİ OLABİLİR...’
Kampanyanın, Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneğinin işbirliği ve katkılarıyla yürütüldüğünü belirten Erüz, ''Unutmayınız bizim için eski olan başkaları için yeni, bizde fazla olan başkalarının hiç sahip olamadığı eşya anlamına gelebilir. Siz, küçük şeylerle mutlu olabilen bir köy çocuğunun, sizin küçük yardımınız karşısındaki mutluluk ve minnet duygusunu gözlerinden okumanın gurur ve mutluluğunu hiç yaşadınız mı?'' dedi.

Ayrıca 3 bin parça kıyafetin de aynı proje kapsamında ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldığına dikkati çeken Erüz, ''Kullanılmayan temiz, yıpranmamış, yıkanmış ve de mümkünse ütülenmiş kıyafetlerin derneğimize ulaştırılması durumunda, kırsal ve kent merkezi dışındaki okul öğrencileri ve ailelerinden ihtiyacı olanlara iletilecektir. Bu çalışmalarımız halkımızın desteği ve katkılarıyla artarak devam etmektedir'' diye konuştu.

kaynak: ntvmsnbc.com

25 Aralık 2009 Cuma

Gönül bağları koparsa!

Kürt aydınları, açılımın daha somut, daha net, daha hızlı devam etmesinin aciliyetini dile getiriyor. Çünkü gönül bağlarının bir kez kopması halinde onarmanın ne kadar zor olduğu onlar da biliyor.

DTP tabelası indirilmiş altında sadece Diyarbakır İl Başkanlığı ibaresi kalmış; tabelanın üzerindeki çiviler ertesi gün asılacak Barış ve Demokrasi Partisi tabelası için hazır tutuluyor.

1990’dan bu yana 8 partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ya da partililer tarafından feshedilmesinin Kürtler’de geliştirdiği bir tür pratik bu. 8 partinin de hikâyesi benzer: Tabela indiriliyor, yenisi takılıyor, çizgi devam ediyor.

Ancak, yıllar içinde tecrübe kazanan, siyasetin kurallarını öğrenen, demokrasinin işleyişini kavrayan Kürt siyasiler, tabelalar gibi kolay geri dönemiyor. Her kapanan parti, yasaklanan siyasetçi, demokrasi tecrübesini, siyasetin kurallarının yerleşmesini geciktiriyor.

Bu yüzden DTP’nin kapatılması kadar, vekillerin parlamentodan çekilmesi Türkiye kadar Kürt siyasetinin demokratikleşmesini bir kez daha sekteye uğratacak.

Diyarbakır’ın Kayapınar beldesinde Kürt edebiyatının önde gelen isimlerinden Cigerxwin (Ciğerhun) adına açılan Kültür ve Sanat Merkezinin alt katındaki karar toplantısı saatlerce sürüyor.

Eski DTP’liler parlamentodan çekilip çekilmemeyi tartışıyor. Sokaktan geçenlerin “Bizi istemiyorlarsa biz de Ankara’da olmayız”, “DTP’yi kapatılabilirler ama PKK’yı nasıl kapatacaklar” cümleleri ile özetlenebilecek dışlanmışlık hissi Ankara’ya yönelik hayal kırıklığını ortaya koyuyor; toplantı salonu ile sokakta benzer tartışmalar yaşanıyor.

Bu hayal kırıklığı sadece sözlerle sınırlı kalmıyor; sokaklarda, özellikle 1990 kuşağı olarak adlandırılan gençlerdeki yansımasını tespit etmek güç değil. 10-15 yıl önce köylerinden kovulanların, metropollerin kenar mahallelerinde her türlü yoksulluk ve yoksunluk için büyüyen çocukları için TRT 6, Kürt Enstitüsü gibi “kozmetik” girişimler bir anlam ifade etmezken, “dağ yolu” hala akıllarının bir köşesinde duruyor. Bu kitleyi değil DTP, PKK’nın bile kontrol edememesi, yükselen dalga konusunda ipuçları veriyor.

Diyarbakır’ın önde gelen kanaat önderlerinden birinin cümleleriyle bu dalga çok tehlikeli bulunuyor. “Eskiden PKK dağlardaydı bugünse silahları olmasa da şehirdeler” diyor. Şehirdekiler ise işte bu 90 kuşağı gençler. 10-15 yıl önce dağlarda kanlı çatışmaların yaşandığı dönemlerde rastlanmayacak derece farklı bir bakış, bir kin okunuyor gözlerinden.

“Biz” ve “siz” sözcükleri daha çok telafuz edilmeye başlanıyor sohbetlerde. Medyanın hep “yanlı”, “Kürtlere ön yargılı ” yayınlarından şikayetçiler. Ne söyleseniz kâr etmeyebiliyor. Kürt aydınları, bu yüzden Kürt açılımının daha somut, daha net, daha hızlı devam etmesinin aciliyetini dile getiriyor. Çünkü gönül bağlarının bir kez kopması halinde onarmanın ne kadar zor olduğu onlar da biliyor.
Bölgede bir süredir havanın değiştiği belli: Açılım süreci ile başlayan umut ışığı ile DTP’nin kapatılması ile başlayan umutsuzluk arasında gidip geliyor birçok kişi. Bu ruh haline batıdan bakarak anlamak zor. Hele Kürt meselesini, DTP’nin kapatılmasını “Aman canım daha ne istiyorlar” yaklaşımı ile bakanların anlaması daha da zor. Ama bir şeyler uçup gidiyor gibi.

DTP’li vekiller de parlamento zemininden çekilerek sanki kendilerini dışarıya kapatıyor; sanki kendilerini Türkiye’deki geniş kesimlere anlatmaktan vazgeçiyor. Oysa bölgeye olduğu kadar Türkiye’nin diğer yakasına seslenmek zorunluluğu var.

Çok değil, 10 yıl önce sokaklardaki Batı algısı ile bugünkü durum arasında tehlikeli bir hal alan zihinsel kopuşun izlerine rastlamak mümkün. Yani, Çanakkale Bigadiç ya da İstanbul Tarlabaşı’nda olanların “Doğu illerinde Türklere karşı yaşanması halinde ne olacağını soruyor” Diyarbakırlı Kürt bir vatandaş. Bu soruyu sormak 10 yıl önce akla gelmezdi. Öteki yakadaki her türlü Kürt karşıtı gösteri, bölgede geç milliyetçiliğin tohumlarını ekmekten başka bir işe yaramıyor.

DTP milletvekillerini taşıyan parti otobüsü havaalanından il merkezine doğru zorlukla yol alırken bir yandan zafer işareti yapan, diğer yandan polise taş atan çocukları, gençleri, kalabalıkları, Diyarbakır’daki gibi kontrol altına almanın giderek zorlaştığı anlaşılıyor.

Özellikle yeni kuşak gençler, onlarca farklı nedenden dolayı daha şiddet yüklü. Zaten onlara da alt yapıyı hazırlayanlar mevcut; DTP’nin kapatılması da nedenlerden sadece birisi. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın ifadesi ile artık “cin şişeden çıkmış” durumda. Kürt sorununun çözümünde geri dönüşün mümkün değil. Üstelik talepler öyle TRT 6’le Kürt Ensitüsü ile sınırlanacak gibi değil.

DTP’liler akşam saatlerinde kararlarını açıkladıktan sonra milletvekilleri Kültür Merkezinin giriş katında soruları yanıtlıyor. Bir kısmının yüzlerinde şaşkınlık var. Bir kısmı üzgün. Yeni dönemde kendilerini nelerin beklediklerini bilmiyorlar. Ama bildiğimiz en az 4-5 milletvekilinin parlamentoda kalıp siyaset yapmaları gerektiğini savunduğu. “Meclis’te kalmamız gerekirdi ama çoğunluk kararına uyduk” diyor bir DTP’li milletvekili, karara saygı duyarak ama çok da içine sindiremeyerek.

Kapatma kararı ile birlikte Diyarbakır sokaklardaki kızgınlığa, gösterilerde sadece çocuklara zoomlanan kameralara, TV’lerde hemen hergün yapılan yorumlara gösterilen tepki ekleniyor. Bölgeye gelerek onlarca konu, sorun arasında sadece ve sadece çocukları görüntülemeyi kendilerine görev edinen ya da yöneticilerinden bu talimatı alan habercilerle, bölgede olan bitenin ruhunu yakalamak, bu ruhu Türkiye’nin diğer yakasına anlatmak, yansıtmak mümkün olmadığı gibi, haberciliğin hala 15 yıl öncesinden bir adım öteye gidemediğini de gösteriyor.

Belki de tüm bu yaklaşım kötü bir niyetin göstergesi. Güneydoğu’da siyasetin nabzı hep farklı atmıştır; orada tartışılan konularla İstanbul merkezli medyanın gündeminin makası giderek açılıyor.

Kürt Açılımı sürecinde bölgedeki algılamayı ve muhtemel bir şiddet dalgasını önlemek için acil somut adımlar gerekiyor. İnsanların güveneceği bir hukuk sistemine ihtiyacı var. İlk iş olarak hukuktaki çifte standardı önlemek gerekiyor. “Taş atan çocuklara 15 yıl verip, Dolapdere’de göstericilere silah çekenleri serbest bıraktığınız zaman insanların ne düşündüğünü tahmin edebilirsiniz ve böyle bir hukuk sistemini de kimseye anlatamazsınız” diyor Baro Başkanı Emin Aktar.

Aktar da eski DTP’lilerin Meclis'te kalmalarından yana. Ticaret Odası eski Başkanı Mehmet Kaya da “Bu karar DTP’ye değil kürtlere yönelik olarak algılanmıştır. Doğru ya da yanlış, algılama böyle. Bu istenmiyoruz hissi gençlerden yaşlılara kadar herkese hakim” diyor.

Peki ya DTP’nin hatası? Eski Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş’a göre sorun kendilerini Türkiye’ye iyi anlatamamaları. Kürtlerin taleplerini, ne istediklerini anlatmak için daha çok çalışmaları gerektiğini söylüyor. Ancak, DTP çizgisindeki Kürt siyaseti yeni parti ile pek değişecek gibi görünmüyor.

Şu istifayı düşünen 19 milletvekilinden yarısını muhtemelen 2011’deki aday listelerinde görmeyeceğiz. Bu da Kürt siyasetinin nasıl yönlendirildiğinin bir kanıtı. Türkiye, Kürtler için bir parti mezarlığı haline geldiyse, DTP çizgisindeki partiler de siyasette tecrübe kazanan, dersler çıkaran siyasetçilerin mezarlığı gibi.

Sinn Fein ve Batasuna da böyle mi acaba? Bu durumda Kürt siyasiler hata yapmamayı ya da yapılan hataları yönetebilmeyi nasıl becerecekler? Dost meclislerinde konuşulan bu konuları Kürtlerin daha yüksek sesle dile getirmelerinin zamanı gelmiş gibi görünüyor.

21 milletvekilinin istifa kararıyla Diyarbakır’daki sokak olayları bıçakla kesilmiş gibi sona eriyor. Bu süreçte iki tarafın şiddet yanlılarının kazandığı kesin. Özellikle PKK’nın yeniden süreci kendi lehine çevirmesi, inisiyatifi ele alması, DTP’nin sahneden çekilmesinin ardından daha da boşalan alanı doldurması, Demokratik Açılım sürecinde muhatabın kimin olabileceğini gösterme açısından önemli.

PKK’nın hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu söyleyenlerin sayısı az değil. Ancak, Reşadiye saldırısı, DTP’nin kapatılması, milletvekillerinin istifa kararının aynı zamana denk gelmesi tesadüf gibi görünse de, hepsi bir araya gelince PKK ve devletin görünmeyen elinin, Demokratik Açılım sürecinin frenine birlikte basmış gibi görünüyor.

PKK, bu süreçte istediği mesajı yollamış durumda. Hoş, bölgede sadece DTP’liler değil farklı kesimlerden Kürtler Öcalan kaale alınmadan bu sürecin sağlıklı işlemeyeceği kanaatinde. Zaten sokaktaki bir vatandaşın “DTP’yi kapattılar peki PKK’yı kapatabilecekler mi” sözleri de durumu özetlemek için yetiyor.

Herkes silahların susmasından söz ederken, kimse PKK’nın hemen silah bırakması gerektiğini vurgulamıyor. Her şeye rağmen Kürtlerin bu süreçten geriye dönmeyeceği ama AKP’nin sunduğu çerçeve ile yetinmeyeceği beklenmiyor.

AKP için bunun en acil test alanı 2011 öncesi siyasi partiler kanunundaki değişiklik ve yüzde 10’luk barajın indirilmesi. Diyarbakır’da ilk anda duygusallık ağır basıp vekillerin istifa kararı destek bulurken akl-ı selim her şeye rağmen parlamentoda devam diyor. Çünkü Kürtler, partileri parlamentoda olmadan açılımın yürüyeceğini düşünmüyor.

Mete ÇUBUKÇU

22 Aralık 2009 Salı

2008-2009 sezonunun en iyi 11'i

FIFA tarafından 19. kez düzenlenen ödül töreninde 2008-2009 sezonunun en iyi 11'i de belirlendi. Altın 11'de Barcelona'dan dört futbolcu yer aldı.

İşte o 11:

Casillas, Terry, Evra, Vidic, Daniel Alves, Iniesta, Xavi, Gerrard, Cristiano Ronaldo, Lionel Messi, Fernando Torres

FIFA 2009 yılı ödülleri şöyle:

FIFA Gelişim Ödülü: Çin
FIFA 2009 Dünya Fair Play Ödülü: Sir Bobby Robson
FIFA Dünyada Yılın Kadın Futbolcusu: Marta (Brezilya)
FIFA Dünyada Yılın Erkek Futbolcusu: Lionel Messi (Arjantin)


21 Aralık 2009 Pazartesi

İşte geleceğin dergisi

Dev dergi grubu Bonnier'in finansmanıyla geliştirilen Mag+ iki üç yıl içinde piyasaya sürülecek.

Tasarım firması BERG, ‘geleceğin dergisi’ni tanıttı. Renkli ve çoklu dokunma özelliğine sahip Mag+, dünyanın en büyük dergi yayıncısı Bonnier tarafından finanse ediliyor ve bir kaç yıla kalmaz satışa çıkması bekleniyor.

Ortalama bir derginin ölçülerindeki Mag+, abone olunan e-dergilerin özel hazırlanan dijital sayfalarını interaktif şekilde okuyucuya gösteriyor. BERG’in Tasarım Direktörü Matt Jones, dijital dergi sayfalarının formatını tasarlarken basılı bir derginin sıcaklığını mümkün olduğunda yansıtmaya çalıştıklarını söylüyor.

İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan habere göre, dev dergi grubu Bonnier desteğiyle geliştirilen Mag+ büyük ihtimalle gruba ait bazı dergilerin abonelikleriyle birlikte 2010 sonunda veya 2011 başında tüketiciye sunulacak.

Bu teknolojinin videosunu buradan izleyebilirsiniz...
Belki bir gün bilişimdergiyi de buradan okuruz:)

17 Aralık 2009 Perşembe

Kayıp Gül


Kayıp Gül
Serdar Özkan
Timaş Yayınları
205 Sayfa
Puan:7.5
Ekim 2009

Kitabı bitirdiğimde, diğer ülkelerde bu kitabı beğenen insanların diğer Türk yazarları okuyunca hayran kalacaklarını düşündüm çünkü Türk yazarlar tarafından yazılmış, bu kitaptan daha iyi bir sürü kitap okudum. Bir sürü ödül alan sanat filmleri gibi benim gözümde bu kitap. Yine de okunası bir kitaptı ve bu kadar insanın neyi beğendiğini meraktan bile okunur. Tavsiye edebileceğim bir kitap. Ders çıkartılacak küçük küçük olaylar var...
Kitaptan Bölümler:

"Sustu. Az önce çattığı şişelerden şimdi de yardım dilendiği için kendine kızmıştı. Ama onlardan başka kime sorabilirdi ki bu soruları? Başka kim onu yargılamadan dinlerdi ki?"

"Ama beni özel olduğuma inandıran Başkaları olduğu için, bu soruyu onlar olmadan cevaplayamıyordum. Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için Başkalarına bakmak zorunda kalmıştım.
....
Sürekli aynı soruyu sormaktan ve aynı cevabı duymaktan kesinlikle bıkmıyordum. Deniz suyu içen birinin susuzluğunun artması gibi, duyduğum övgüler de bende sadece daha fazlasını duyma ihtiyacı uyandırıyordu.
Daha kötüsü, Başkalarının onay ve takdirlerini kaybetmemek için sürekli onların beklentilerine cevap vermek zorunda kalıyordum. Ben artık ben olmaktan çıkıp başkalarının istediği ben olma yolunda hızla ilerliyordum. Bir Başkası olma yolunda. Ama bir süre sonra, düşlediğimi değil de ,Başkalarının benim adıma seçtiği hayatı yaşayarak mutlu olamayacağımı anladım. Bu gerçeği anlamamı sağlayan ,yine,sesi her geçen gün daha az duyulur hale gelen kalbim oldu."

"Eskiden, her ayrılığın onu bir sonraki beraberliğe hazırladığını düşünür, ilişkilerin sona ermesiyle bir şey kaybedilmediğine inanırdı. Ancak bir süre önce, biten her ilişkinin ardından yaşanan yıkımın gelecekteki ilişkilere taşındığını fark etmişti.
.....
Bağlanabilmek için, önce bağımsız olmak gerekir. Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı.Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik,ister anlaşılamamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu."

"Her insanın kalbi doğuştan bu yetiye sahiptir aslında. Ama kalpler zamanla sağır olur ve gülleri duymaz hale gelir. Güllerin şarkı söyleyişlerine 'tanık olmak' isteyen bir kimse , önce, büyürken kaybettiği bu yetiyi geri kazanmalıdır."

14 Aralık 2009 Pazartesi

Türk sanatı görsel arşivi açılıyor

Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un Turkish Cultural Foundation’a bağışladığı, tüm meslek yaşamı boyunca biriktiği 12.000’in üzerinde slaytı içeren arşivi bir yıl süren çalışmalarla dijital ortama aktarıldı.

Turkish Cultural Foundation, dijital ortama yüklenen bu zengin arşivi araştırıcılarla paylaşmaya hazırlanıyor.Türk Sanatı Görsel Arşivi, Atasoy’un 1950’li yıllardan başlayarak, o günün koşullarında, yurt içi ve yurt dışı kongrelerde, araştırma gezilerinde, müzelerde, sergilerde ve manastırlardaki Türk eserlerini fotoğraflamasıyla oluştu.

Türk Sanatı Görsel Arşivi veritabanına www.turkishculture.org/dia adresinden sanal ortamda erişilmektedir.

Çok güzel bir çalışma olmuş. Bakmanızı tavsiye ederim. İsim, mail adresi bilgilerini girdikten sonra izleyebiliyorsunuz. Sitede girdiğiniz ülke, şehir ve müzeye göre arama yapabiliyorsunuz...


Size sunmuş olduğumuz Türk Sanatı Görsel Arşivi, Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un tüm meslek yaşamı boyunca derlediği slayt arşivinin dijital ortama aktarılmasından oluşmuştur. Bu slayt arşivinin bir bölümü, Prof. Atasoy’un 1950’li yıllardan başlayarak, o günün koşullarında, günümüzde belki müzeye kaldırılabilecek nitelikteki fotoğraf makineleriyle, bazen kaliteli bazen kalitesiz slayt filmleriyle; yurt içi ve yurt dışı kongrelerde, araştırma gezilerinde, müzelerde, sergilerde, manastırlarda, yani belgelemeye layık bulduğu her yerdeki eserleri çekmesiyle oluşmuştur. Bu çekimlerin bazıları zorlukla izin alınarak, en güç ve en kötü koşullarda yapılmıştır. Araştırmacılar için o döneme ait bilgi vermesi ve yansıtması açısından paha biçilmez bir belgedir.


Bu arşivden yararlanmak isteyen lisans, yüksek lisans, doktora öğrencisi, sanat tarihçisi, tarihçi, mimar, yazar herhangi bir alandaki araştırmacı, aradığı eseri nerede bulabileceğini, aradığı eseri bulamasa bile araştırdığı konu hakkında fikir edinmesi söz konusu olacaktır.

Türk Sanatı Görsel Arşivi’nde Türk sanatına ait görüntülerin yanında Türk sanatı ile ilintili bazı görüntülere de yer verilmektedir.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bizden neden nefret ediyorlar?

İsviçre'deki minare yasağının ardından Arap dünyasındaki öfkeyi yorumlayan Ürdünlü yazar Hüseyin El Revaşada, "İsviçre halkı ve diğer birçok Avrupa ülkesi bizden neden nefret ediyor?" sorusuna cevap arıyor.
İsviçreli kardeşlerimiz, bazı sağcı partilerin girişimiyle gerçekleşen referandumda, minarelerin yasaklanması lehinde oy kullanarak yanlış yaptı. Ancak biz Müslümanlar da İsviçre’yi ve geçmişte utanç verici bu türden tutumlar alan Hollanda gibi ülkeleri kınamakta acele ederek yanlış yapıyoruz. Biz Müslümanlar bu tutumları anlama ve değerlendirmede yanlış yaptığımız gibi, yanıt verme noktasında da yanlış yapıyoruz.

Hiç kuşkusuz ister bize karşı yapılmış olsun, ister bir başkasına; ırkçılık ve tutuculuk ateşini tutuşturan her şeye ‘hayır’ diyoruz. Bu referandum da İslam ve oradaki Müslümanlardan çok, tarafsızlıkları ve hoşgörülükleriyle bilinen İsviçrelilerin saygınlığına zarar verdi. Çünkü uluslararası kurumların çoğu, kiliseler, İsviçre hükümeti ve parlamentosu kararı kınamakta gecikmedi.

Fakat bu durum sadece İsviçre'den ibaret değil. Zira daha önce de Danimarka, Almanya ve Fransa gibi ülkeler Müslümanların bazı dini sembollerine yönelik benzer tutumlar sergilemişti. Bu durum, biz Müslümanların oradaki halkların nefretinin odağında olduğumuz anlamına geliyor.
Yanlış anlamalara dayansa bile, üzerinde durmamız ve sebeplerini araştırmamız gereken bir vakıa var: "Medya ve siyasetin dolduruşları, oradaki Müslümanların Avrupa’yı ‘İslamlaştırmaya’ ve kültürel olarak işgal etmeye çalıştıkları hususunda Avrupalıları ikna etti."

Peki bizden niçin nefret ediyorlar? Yanıtı verebilmek için her iki tarafın samimiyetine ihtiyaç duyuyoruz. Avrupa kanadında başta Müslüman kuşak olmak üzere orada bulunan bütün kuşaklara karşı bir düşmanlık besleyen aşırı akımlar ve kimin desteklediği belli olmayan kampanyalar var.

Medya ve siyaset alanında ise Müslümanların imajı lekelenmeye çalışılıyor. 10 ve 11. yüzyıllardaki Haçlı zihniyeti çağrısı yapılıyor. Kampanyalar, birçok Batılı dini ve siyasi otoritenin Avrupa’nın İslamlaşmasına yönelik uyarılarda bulunmasına kadar varıyor. Bu kimseler İslam’a olumsuz bir imaj veriyorlar, Batı bilinçlenmesi içinde zaten var olan düşmanlığı derinleştiriyorlar ve İslam’ın içyüzünü bilmeyen halk çevrelerinde panik ve korkuyu körüklüyorlar. Ayrıca dini özgürlüklere karşı olumsuz tutumlar alan İslam ülkelerimizin bazı uygulamaları, bu nefretin kökleşmesinde önemli rol oynuyor.

Minare yasağı konusunda yazdığımda benimle irtibata geçenlerin çoğunluğu, konuyu yaklaştığım noktayı görünce ben insaflı olmaya çağırdı. Ancak bazı Avrupa ülkelerinin oradaki Müslümanları inanç özgürlüğünden mahrum bırakarak yaptığı yanlışı, bizim içimizde başka din ve inanç sahiplerine uygulayanlar var. Hiç kuşkusuz her iki taraf da hatalı. Ancak kendi dışımızdakileri bize hoşgörülü davranmaya ve haklarımıza saygı göstermeye çağırıyorsak, dinimizin emrettiği üzere bu hoşgörü ve saygıyı başkalarına göstermeliyiz. Bu hususta Batı'nın önüne geçmeli ve Arapların Avrupalılara yönelik aldığı siyasi tutumların bu nefret olgusunu büyüttüğünü de unutmamalıyız.

Özetle bu makale bazı Batılı ülkelerin biz Müslümanlara karşı yaptıklarını hafife alma veya meşrulaştırma girişimi değil. Sadece "dini özgürlüklere" saygı gösterilmesi çağrısının, çifte standarda boyun eğmesinin doğru olmadığını söylüyoruz. Minare dinimizin temellerinden olmamasına rağmen, sadece Müslüman kimliğimizin bir ifadesi olduğu için İsviçre’deki yasak bizi rahatsız ediyor ve öfkelendiriyor. Ancak bizi daha fazla rahatsız etmesi gereken husus, İsviçrelilerin yüzde 57’sinin neden bize karşı bu nefret tutumunu sergilediğidir. Ondan da önemlisi içimizdeki bazı kişilerin "ötekilere" yönelik tutumu ve uygulamalarıdır.

* Ürdün gazetesi El Düstur, 3 Aralık 2009, Ürdünlü yazar, Arapçadan çeviri: Halil ÇELİK

11 Aralık 2009 Cuma

Futbolda Yılın En İyi Takımını Seç!

UEFA, 9. kez yılın en iyi takımını seçiyor. Yılın en iyi teknik direktörü, kalecisi, defans, orta saha ve forvet oyuncularını belirlemek için yapılan ankete, 23 kulüpten 55 futbolcu ve 5 teknik direktör olmak üzere 60 aday isim belirlendi.

Ankette, en fazla isim 1'i teknik direktör, 11'i oyuncu olmak üzere La Liga takımı Barcelona'dan yer alırken, Katalan ekibini, 1'i teknik direktör, 6'sı oyuncu olmak üzere İngiltere Premier Lig takımı Manchester United takip etti.

Önceki sekiz anketin 4'ünde ismi ''Yılın Takımı''na sayılan Barcelona'da takım kaptanı Carles Puyol, bu yıl da adaylar arasında yerini alırken, Wolsburg'tan Edin Dzeko, Grafite ve Marcel Schafer, Werder Bremen'in Türk oyuncusu Mesut Özil, CSKA Moskovalı Milos Krasic ve Napoli'den Marek Hamsik ilk kez aday gösterildi.

Oylama işlemi, 8 Ocak 2010'da sona erecek.

-2008'İN RÜYA TAKIMI-

UEFA'nın 2008 yılı için belirlediği yılın takımı şöyleydi:

Teknik direktör: Alex Ferguson (Manchester United)

Oyuncular: Iker Casillas (Real Madrid), Sergio Ramos (Real Madrid), John Terry (Chelsea), Carles Puyol (Barcelona), Philipp Lahm (Bayern Münih), Cristiano Ronaldo (Manchester United), Xavi Hernandez (Barcelona), Cesc Fabregas (Arsenal), Franck Ribery (Bayern Münih), Lionel Messi (Barcelona), Fernando Torres (Liverpool).

Bende oyladım geçen sene olduğu gibi.
Futbol severlerin çok beğeneceği bir anket. Ayrıca sitenin arayüzü çok güzel...
Şu adresten takımınızı seçebilirsiniz...

Intel'den 48 çekirdekli işlemci

İki bilgisayarda denenmekte olan 48 çekirdekli işlemci sadece bir pul büyüklüğünde.
İşlemci üreticisi Intel, bir pul büyüklüğündeki silikon tabana 48 mikroişlemci çekirdeği sığdırmayı başardı. ’48 çekirdekli’ çipte 1.3 milyar transistör bulunuyor.

Single-chip Cloud Computer (SCC) denilen çipteki her bir işlemci çekirdeğinin, teorik olarak, ayrı bir işletim sistemini çalıştırabildiği belirtildi.

Şu anda piyasada satılan en gelişmiş işlemcilerde 4 çekirdek bulunuyor. Intel ile en yakın rakibi AMD, 2010’da piyasaya 6 çekirdekli işlemciler sürmeyi planlıyor.
Intel, 2007 yılında 80 çekirdekli Polaris işlemcisini üretmişti. Sayısı daha az olsa da 48 çekirdekli SCC’nin getirdiği fark, Windows ve Linux tabanlı yazılımları da çalıştırabilmesi. Intel’in açıklamasına göre SCC işlemciler, 64GB’ye kadar DDR3 belleği destekleyebiliyor.

Şu videoyu izlemenizi tavsiye ederim...

10 Aralık 2009 Perşembe

'Komşu'da neler oluyor?

Yunanistan'la ilgili kaygılar, piyasaları olumsuz etkilemeye devam ediyor. Peki, Yunanistan'ın kamu maliyesindeki ciddi bozulmanın ardında hangi nedenler yatıyor? Başka sorunlu ülkeler var mı? İşte ayrıntılar...

Yunanistan'ın kamu maliyesine ilişkin sorunlar yaklaşık iki haftadır piyasaların gündeminde.

Yunanistan'ın yaşadığı sorunlar, İrlanda ve İspanya için de geçerli. Ancak Yunanistan'la ilgili kaygılar, yeni seçilen hükümetin bütçe açığı/milli gelir oranı tahmininin, önceki hükümetin öngörüsünden çok yüksek olmasıyla iyice arttı.

Yeni hükümet, bu yıl bütçe açığının milli gelirin yüzde 12.7'sine çıkacağını açıkladı. Bu, bir önceki hükümetin tahmininin iki katından fazla. Bu nedenle, Yunanistan'ın resmi istatistik kurumunun ve dolayısıyla devletin güvenilirliği ciddi biçimde zedelendi.
Küresel kriz, Yunanistan'ın uzun süredir devam eden ekonomik sorunlarının büyümesine yol açtı. Ülkenin en büyük gelir kaynaklarından turizm ve gemicilik sektörleri krizden büyük darbe alınca devletin gelirleri azaldı.

Yunanistan ekonomisinin 2009'da yüzde 1.2 daralacağı öngörülüyor. Bu, diğer bölgelere kıyasla daha hafif bir durgunluk gibi görünse de, önceki yıllarda elde edilen yüzde 5'e varan büyümeye göre ciddi bir gerilemeye işaret ediyor.

Analistlere göre, Yunanistan'ın en büyük sorunları, yaşlanan nüfusu ve hiçbir şey yapılmazsa 15 yıl içinde batması muhtemel olan sosyal güvenlik sistemi. Kamu maliyesindeki bozulmayı hızlandıran bu sorunlarla, kamu borcu/milli gelir oranının bu yıl yüzde 110'a çıkacağı tahmin ediliyor. Bu oranın 2011'de ise yüzde 135'e çıkması bekleniyor.

Yunanistan'ın kamu borcunun mali istikrarı tehdit etmesi, ülkenin kredi notunu olumsuz etkiledi. Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Yunanistan'ın kredi notunu bir basamak düşürerek "BBB+"ya indirdi. Standard & Poors, Yunanistan'ın kredi notunu olası bir not indirimi için negatif izlemeye aldı ve Doğu Avrupa'da en büyük riskin Yunan bankalarında bulunduğunu belirtti.

HANGİ ÜLKELER SORUNLU?
Dünyada finansal açıdan sorunlu bölgelerin başında Dubai geliyor. Dubai'nin hızlı büyümesinde lokomotif görev üstlenen Dubai World'ün 26 milyar dolarlık borcunu yeniden yapılandırmak istemesiyle başlayan süreçte, kreditörler tarafında henüz bir ilerleme kaydedilmedi.

14 Aralık vadeli 3.5 milyar dolarlık borcun ertelenmesi ufukta görünen ilk sorun. Dubai maliye bakanı Abdulrahman El-Salih hükümetin kamuya ait Dubai World'ün borcuna kefil olmadığını kaydetti.

Doğu Avrupa'da ekonomisi sorunlu ülkeler arasında Letonya ve Litvanya da bulunuyor. Fitch, resesyon, siyasi risk, banka varlıklarının kalitesinin bozulması ve Letonya'daki devalüasyon riski nedeniyle Baltık ülkelerinin kredi notlarının aşağı yönlü baskı altında olduğunu bildirdi. Raporda, özellikle Letonya ve Litvanya'nın notlarının kamu finansmanındaki ciddi bozulma nedeniyle risk taşıdığı ifade edildi.

Diğer yandan, Ukrayna Devlet Demiryolları'nın 110 milyon dolarlık borç geri ödemesini yapmadığı haberi endişe yarattı. Ukrayna'nın kamuya ait doğalgaz şirketi naftogaz da bu sonbaharda bir borç geri ödemesini gerçekleştirememişti.

kaynak: ntvmsnbc

8 Aralık 2009 Salı

Kophenhag- Gün 2

Zirve ile ilgili son haberleri vermek istedim:

"Başbakanımız Kopenhag'a gitmelidir..."
WWF Türkiye, Doğal Hayatı Koruma Vakfı Başkanı Akın Öngör: "Başbakanımızın Kopenhag’a giderek liderlik yapmasına büyük gereksinim vardır…"
...
Dünya bankası verilerine göre bugün yeryüzünde insanların dörtte biri günde 1 Doların altında gelir ile yaşıyor, 1 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor… 1.6 milyar insana elektrik götürülemiyor ve 3 milyar insan sağlık hizmetlerinden yoksun … Hal böyle iken bir de iklim değişikliği sonucu ; alçak bölgelerde ve kuraklıklardan etkilenecek yüz milyonlarca insanın kitleler halinde göçleri ile güvenlik sorunları çıkacağı düşünülüyor....
devamı...




"Kopenhag'da kurtuluşa adım atılabilecek mi?"
Kopenhag'da devam eden BM İklim Zirvesi boyunca "iklim orucu" tutan Dr. Uygar Özesmi'nin günlüğünden...
Gece yarısı başlayacaktım ama dayanamadım 2 saat önce başladım… neden bilmiyorum… yemek istemedim… artan bir derin sıkıntı ve tepki var içimde. Nasıl olur da lider dediğimiz bu insanlar milyonlarca aç insanı düşünmez ve insanlığın çekeceği acılara kayıtsız kalabilirler?

Nasıl olur da belli bir medeniyete ulaşmış olmamız gereken bu çağda hâlâ buna izin verebiliriz? Üstelik gerekli önlemleri almazsak sadece insanlık büyük acılar çekmekle kalmayacak, çökerken yanında bir sürü eşsiz canlıyı da beraberinde götürecek… yani bize Kopenhag’a kadar sunulan bir çöküş ve ölüm senaryosu.

İklim orucu ise yaşam ve kurtuluşa dair. Yemeyi 2 hafta boyunca red ederek umuyorum durumun ne kadar ciddi olduğunu, vicdani olarak içinde bulunduğum büyük ağırlığı anlatabilirim. Bir de bu eylemle artık kelimelerin tükendiği, toplumun gidişatının anlaşılmaz olduğu noktada gerçeği ortaya koyma ihtiyacı var derinlerde… Bu tepki başarıya ulaşmayabilir ama bu tepkiyi koymamış olmayı sindiremiyorum… en iyisi sindirmemek! Türkiye’de yüzlerce insanın dayanışma içinde iklim ve yaşam için günlük oruç tutmaya başlamış olması ise ne kadar cesaret verici… evet bu konu bu kadar önemli....
devamı...


Türkiye'nin tehlikeli yükselişi
İklim Platformu: "Sera gazında tehlikeli artış! Türkiye dünyada en hızlı artış oranına sahip, bu da rekabet gücümüzü zayıflatıyor. "
...
- 1990-2004 yılları içerisinde OECD ülkelerinde enerji kullanımında karbon yoğunluğu yüzde 4,2 azalırken aynı değerin Türkiye’de yüzde 6,5 oranında artmış olması düşük karbon ekonomisine geçiş sürecinde Türkiye’nin rekabet gücünü zayıflatıyor.
- Türkiye’nin, 1990-2007 yılları arasında sera gazı salım artışı yüzde 119 olarak gerçekleşti. Bu dünyanın en hızlı artış oranıdır. Bu artış hızının devam etmesi düşük karbon merkezli yeni ekonomiye geçiş sürecinde Türkiye için önemli bir engel oluşturuyor...
devamı...



Ve dün neler olduğunu okumak için buraya tıklayabilirisiniz

7 Aralık 2009 Pazartesi

ve Kopenhag 'İklim Zirvesi' başladı...

Kimler katılacak, ne kararlar alınacak, atmosfere ve dünyaya zarar veren gazların salınımı seviyesi ne olacak,hangi sözler verilecek ve daha da önemlisi verilen sözlerin ve yapılacak anlaşmaların ne kadarı uygulanacak?

Bir sürü soru ile karşıladık bugün iklim zirvesini. Bu tarihe kadar burada yayınladığım ve takip ettiğim haberlerle, katıldığım ve yeni yeni takip etmeye başladığım iklim gruplarıyla dünyamızı, dünyamızı bekleyen iklim değişikliklerini, bunu engellemek için neler yapabileceğimizi ve bu zirvenin ne kadar önemli olabileceğini anladım, aslında anlamaya çalıştım...
Vardığım ilk sonuç, alınacak kararların bizi aldatmaması gerektiğidir. Geçenlerde okuduğum bir haberde ülkelerin hedeflediği "karbon salınımı %x azaltma" formülünün-ki bazı ülkeler x' e imkansız ve anlamsız değerler veriyor- uygulanmasının şu anki şartlar altında mümkün olmadığı yazıyordu, yani sadece oy toplamak ya da insanların sesini kısmak adına söylenmiş yalanlar. Tabii ki umarım gelişen teknoloji sayesinde belki de ülkeler salınım hedeflerine ulaşacaktır ama benim adım Polyanna değil ve söylenenlerden çok yapılanlara bakacağım..

Dolayısıyla bu zirveden beklentimin karşılanıp karşılanmadığı bir iki yıl içinde netleşecek. Nitekim bundan önceki anlaşmanın ne kadar uygulandığı ortada.Yıllardır var olan bir sorun ne zaman çözüm bulacak sanırım 2012 gibi filmler gerçek olunca...

Bence zirvenin en önemli yönü; küresel iklim değişikliği konusunda gerçekten bir şeyler yapmak isteyenlerin bildiklerini diğerlerine anlatmak için müthiş bir fırsat verebilmesidir. Yoksa devlet başkanlarının göz boyamalarına ihtiyacımız yok.

Burada bi parantez açmak istiyorum; iklim değişikliği,kyoto protokolü gibi konularda genel bir bilgi edinmek ya da bilgi haznenizi genişletmek isterseniz şu haberi okuyun derim.

Birşey yapmak için beklemeyelim, çünkü artık zaten iklim değişiklikleri etkisini göstermeye başladı ve devam edecek,şu anki önlemler ileride şu anda kötü olan durumların daha da kötüye gitmemesi için-belki de canlı türlerini tek tek yok etmemesi için- yapılacaklardır.
Doğa alarm veriyor ve umarım onu geri kazanabiliriz...

Şimdi biraz Kopenhag' a gidelim:
Tarihin en büyük iklim toplantısı, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da 192 ülkeden 15 bin kişinin katılımıyla başladı. İki hafta sürecek toplantılara 105 dünya lideri de katılacak. Amaç 2012'de sona erecek Kyoto Protokolü yerine yeni bir anlaşma koyabilmek.

Toplantıda, sera gazlarının atmosfere salınmasının azaltılması ve yoksul ülkelere temiz teknoloji için milyarlarca dolarlık yardım yönünde anlaşmaya varılması hedefleniyor.

Bu arada aralarında Guardian, Le Monde, El Pais ve Toronto Star gibi gazetelerin bulunduğu, 45 ülkeden 56 gazete, bugün dünya liderlerinden esaslı bir karar almalarını isteyen, aksi halde iklim değişiminin yerküre üzerinde yıkıcı etkisi olacağı uyarısında bulunan ortak bir yazı yayımladı.

Öte yandan çevreciler, 12 Aralık'ta gerek Kopenhag'da, gerekse dünyanın diğer yerlerinde delegeleri mümkün olan en iyi anlaşmaya varmaya teşvik için gösteriler düzenlemeyi planlıyor.

Zirvenin en önemli amacı düşük karbon medeniyetine emekleyerek de olsa ilk adımları atmak. Hedeflenen karbon salınım oranın bugünkü salınımların 2020 yılına kadar yüzde 40 azaltılması olarak belirlendi. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli'nin açıkladığı verilere göre 2050 yılında kadar karbon salınımlarının yarı yarıya azaltılması gerekiyor yoksa felaket kaçınılmaz olacak.

6 Aralık 2009 Pazar

Türklerin zaferi

Amerikan Newsweek dergisi bu hafta yayımladığı "Türklerin zaferi" başlıklı makalede, "Ortadoğu’da yaşadığımız talihsizliklerin sürpriz kazançlısı Türkiye oldu" ifadesini kullandı.

Amerikan Newsweek dergisi bu hafta "Türklerin zaferi" başlıklı bir makalede Türkiye'nin yeni dış politikasını değerlendirdi.Owen Matthews ve Christopher Dicket imzasıyla yayımlanan yazıda, "Ortadoğu’da yaşadığımız talihsizliklerin sürpriz kazançlısı Türkiye oldu" ifadesi kullanıldı.

ABD ve Batı’nın Ortadoğu’da on yıllardır yaptığı hataların Türkiye’yi bölgesel güç olarak yükselltiği savunuldu. Yazıda, siyasi nüfuz anlamında Türkiye’nin bölgede rakibi olmadığı vurgulanıyor. ABD’nin 2003’teki Irak işgaliyle bölgeye istikrar getirme girişiminin tam ters bir sonuç doğurduğu ve ‘komşularla sıfır sorun’ politikası izleyen Türkiye’nin bu savaştan siyaseten kazançlı çıktığı belirtilen yazıda yer alan ifadeler şöyle:

“I. Dünya Savaşı’nı 'savaşlar dönemini bitirecek son savaş’ olarak görme eğilimindeki zamanın siyasetçileri Osmanlı İmparatoruğu’nu parçalayarak aslında ‘barışı bitirecek son barış’ı yarattı. Nitekim o son barışı, bölgede sonu gelmeyen sömürgeci kötü yönetimler, darbeler, ihtilaller ve cihatçı şiddet izledi. Bölgeye düzen getirme iddiasıyla ABD liderliğindeki ittifakın Irak’ı 2003’te işgal etmesi Irak’ta bir güç boşluğu yarattı ve onu tüm bölge için bir istikrarsızlık kaynağı haline getirdi.
Osmanlı’nın koltuğuna oturan Türkiye ise kargaşanın dışında durmak için elinden geleni yaptı; hatta 2003 işgalinde ABD güçlerinin kendi topraklarından geçmesine bile izin vermedi. Buna rağmen, bugün bakıldığında savaştan kazançlı çıkan taraf, pek çok gözlemcinin düşündüğünün tersine, İran değil Türkiye oldu.

TÜRKİYE’NİN BÖLGEDE RAKİBİ YOK
Amerikan firmaları umutsuzca kenarda beklerken Türkiye, Irak’ın en büyük ticaret ortağı olmak için İran’la yarışıyor. Bölgesel etki anlamındaysa Türkiye’nin rakibi yok. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, uzun zamandır Amerika’nın kontrolü altındaki bir coğrafyada Türkiye’nin bağımsız siyasetini geliştirmek için çalışıyor. Önümüzdeki hafta Başkan Obama’yla görüşmek üzere Washington’a uçacak. Ancak sadece birkaç hafta önce Tahran’da İran Cumhurbaşkanı ve “iyi dostu” Mahmud Ahmedinejad ile omuz omuza poz verdi, İran’ın nükleer programını savundu.

BATI KURUMLARINDAN NEFRET HAVASI
İsrail’le ilişkilerin zedelenmesi ve Sudan Başkanı Ömer El Beşir’in soykırım suçu işlemiş olamayacağı iddiası gibi Batı’yı rahatsız eden gelişmelerin dışında, Washington’ı belki en çok rahatsız eden konu, Ankara’nın yeni siyasi tavrını, pratikte ulusal çıkarları savunma kaygısından daha çok gizlenmiş bir İslami ideolojinin belirliyor olması ihtimali. Erdoğan dinle siyaseti birbiriyle karıştırmadıklarını ısrarla söylese de, iktidardaki AKP Türkiye’nin laik sistemini tehdit ettiği gerekçesiyle yüksek mahkemelerde sık sık suçlandı.

Aynı paralelde, son beş yılda Avrupa’ya yönelik bir soğuma ve Batı kurumlarına karşı nefret havası yaratıldı. Ve hükümetteki hiç kimse, Amerika karşıtlığının hızla artmasını önlemeye yönelik bir girişimde bulunmuyor.

TÜRKİYE, KIYMETLİ BİR ORTAK OLDU
Öte yandan Türkler’in, onların çıkarlarını düşünmeyen Batı’ya karşı hissiyatları mazur görülebilir. ABD, Soğuk Savaş sırasında Kremlin’i bölgeden uzak tutmak için İran şahı gibi Batı yanlısı despotları, sivillerden yönetimi üç kere zorla devralan Türkiye’deki generalleri destekledi. Sonuç Amerika için felaket oldu. Çünkü kendi halkı tarafından bile sevilmeyen güvenilmez müttefikler yaratıldı. 2003’te Bush yönetiminin Irak işgali için Türkiye topraklarını kullanma amacıyla Ankara’ya yoğun baskı yapması anti-Amerikan nefreti doruğa ulaştırdı.

O gün belki Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinin tabana vurduğu gündü. Ama aynı zamanda, Türkiye’nin ekonomik toparlanma, bölgesel güç olma ve ABD’yle farklı bir ilişki kurma döneminin de başlangıcı oldu. Gerçekten de Türkiye’nin bölgedeki yeni duruşu, ülkeyi her isteneni yapan bir araçtan ziyade Washington için çok daha kıymetli bir ortağa dönüştürebilir.

TÜRKİYE'NİN İMPARATORLUK GÜCÜNÜ TESİS ETMESİ İMKANSIZ
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalandığı günden bu yana dünya kökten değişti ve Türkiye’nin yaklaşık 350 yıl süren imparatorluk gücünü yeniden tesis etmesi imkansız. Ancak dünya, 60 yıldır süren bu “barışı yokeden ‘barış’ dönemi”ni sonlandırma yönünde adım atmaya çalışırken, hiçbir ülke dağılan parçaları yerine yerleştirme konusunda Türkiye’den daha iyi durumda değil.

kaynak: ntvmsnbc.com

4 Aralık 2009 Cuma

Dan Brown Türkiye'ye geliyor

Uzun süredir merakla beklenen kitap KAYIP SEMBOL, Altın Kitaplar tarafından 10 Aralık'ta piyasaya çıkıyor hem de büyük bir sürprizle!

Yayıncılıkta 50. yılını kutlayacak olan Altın Kitaplar, 9 Aralık'ta İstanbul Four Seasons Bosphorus'ta yapılacak olan kutlamada Dan Brown'ı konuk edecek. İlk baskısı 150.000 adet olarak yapılan Kayıp Sembol' ün yeni bir Dan Brown fırtınası estirerek çok satanlar listesini alt üst etmesi bekleniyor.

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol’de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binası'nda konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur.

Kongre Binası’na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir.

Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

Küresel ısınmaya '20 ilaçlık reçete'

İnsanlık birçok farklı yöntemle doğaya zarar vermeye devam ederken üzerinde yaşadığımız Dünya alarm vermeye ve uyarılarına devam ediyor.

Uyarıların gözardı edilmeyecek boyutlarda olması dünya liderlerini 7 Aralık'ta başlayacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi'nde biraraya getiriyor.

Zirve öncesi İngiliz The Sunday Times gazetesi Dünyamızın kurtarılması için 20 yıl adlı bir liste açıkladı.Getirilen önerilerin hepsi şu an sahip olduğumuz teknolojiyle yapılabilir ve uygulanabilir olmasıyla dikkat çekiyor. İşte Dünyayı kurtaracak liste;

1)Güneş Enerjisi
2)Karbon depolama
3)Akıllı sayaç
4)Rüzgar Enerjisi
5)Nükleer Enerji
6)Güneş panelleri
7)Hızlı toplu taşıma
8)Karbon ticareti
9)Dalga Enerjsi
10)Çevreci uçaklar
11)Gel-git enerjisi
12)Güneş çatıları
13)Güneş pencereleri
14)Dönüşümlü ısı pompaları
15)İkinci jenrasyon biyoyakıtlar
16)LED ampüller
17)Sıcak su ile enerji
18)Video konferans
19)Teknolojik gelişim
20)Güneş yansıtıcıları

Bu yöntemlerin açıklamalarına buradan ulaşabilirsiniz...

3 Aralık 2009 Perşembe

Harekete geçmezsek neler olacak?

Dünya liderleri kısa bir zaman sonra, küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmak için bir anlaşmaya varmak umuduyla, Kopenhag’da toplanacaklar. Fakat ya başarılı olunmazsa?

Salınımı azaltmak için alınan önlemlere rağmen önümüzdeki 20, 30 senelik periyotta iklim değişikliğinin sonuçlarıyla yaşayacağız.Sera gazlarının salınımı atmosfere şimdiden değiştirdi ve iklim giderek değişiyor. Fakat bu süreden sonra iklim değişikliğini tamamen atmosfere şimdi ki kadar sera gazı salıp salmadığımız belirleyecek.

Bu iki durum arasındaki fark bize şunu anlatıyor: Bunlardan ilki, iklim değişikliğinin geri dönülmez sonuçları, diğeri ise uzun vadeli ve iklim değişikliğinin geleceği en son nokta. İklim değişikliği zirvesinde liderler de bu kararla yüzleşecekler.

Son noktada iklim değişikliğinin geleceği durumu ve Kopenhag’da başarılı anlaşmaya varılamaması halinde olacakları daha iyi anlamamız için Britanyalı Met Ofis Hadley Merkezi bir harita üretti.

Bu haritada küresel sıcaklığın normalin 4 derece üstüne çıkması halinde ortaya çıkacak etkilerin bir kısmı anlatılmış.

Korkulan Etkiler

Bütün merkezi üretim alanlarında tarım veriminin düşeceği düşünülüyor. Sel baskınlarının genellikle buzulların erimesi sonucu oluştuğu Hindistan ve Çin başta olmak üzere erime birçok yerde suya ulaşmayı da etkileyecek. Nüfus artışının, yükselen sıcaklık ve yağış şekillerinin değişmesiyle birleşmesi 2080 yılında hala su sıkıntı yaşayan 1 milyar insana daha az su olacağı anlamına geliyor. Birçok bölgede deniz seviyesi yükselecek ve bu da fırtınaların etkisiyle birlikte kıyı yerleşimlerini olumsuz etkileyecek. Kıyılarda yerleşimin sık olması ve verimli tarım alanlarının kıyılarda olması durumun ciddiyetini arttıracak. Tuzlu suyun tarım alanlarına ulaşması ve baskınlar her yıl milyonlarca insanın hayatını etkiler hale gelebilecek.

Etkiler gerçekten korkutucu ve liste oldukça kabarık ve karbon salınımının azalması halinde küresel ısınma aynı şeklide devam ederse dünya bu tehlikelerin hepsini ve daha fazlasını yaşayacak. Fakat yine de kararlı ve bağlayıcı önlemler alarak küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmak mümkün. Her ne kadar bugüne kadar yaşananlar sonucu geri dönülmez bir bedel ödemek zorundaysak da en azından haritada gösterilmeye çalışılanların etkilerini azaltmak elimizde.

İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Şikayet Korosu

Eğer "Bıktım artık, benim de söyleyecek sözüm var!" diyorsanız, işte size ilginç bir alternatif...

Rutin giden bir hayat, her gün görülen aynı yüzler, gittikçe ağırlaşan hayat şartları, saç yoldurtan iş stresi, bitmek bilmeyen trafik, artan vergiler, yüklü faturalar, kredi kartı ekstreleri, kavgacı komşular ve daha niceleri...
Bir düşünün, gün içerisinde kime kızıyorsunuz, daha başka nelerden şikayet ediyorsunuz? Kaleme almak gerekirse bu liste uzar gider...
En iyisi siz bu şikayetlerinizi “İstanbul Şikayet Korosu” ile paylaşın.

Duyanları şaşırtan bu koro; Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu'dan sonra şimdi de İstanbul'da şikayetleri topluyor.Bu koroya katılmak için müzik bilginizin olmasına ya da herhangi bir ücret ödemenize gerek yok. Sadece şikayetleriniz olsun yeter!..

SON BAŞVURU TARİHİ 3 ARALIK
İlk kez 2005 yılında Birmingham'da gerçekleştirilen ve şu ana kadar 22 şehri gezen Şikayet Korosu projesi Avrupa, Amerika ve hatta Uzakdoğu'da gördüğü yoğun ilgiden sonra şimdi de CUMA Güncel Sanat Ütopyaları tarafından İstanbul'da gerçekleştirilecek.

Şikayet şarkısı, katılımcılar ve Amerikalı besteci Michael Ellison ile beraber Aralık ayında arasında yapılacak beş provada yaratılacak. İstanbul Şikayet Korosu’nun galası ise 26 Aralık Cumartesi günü Michael Ellison’ın öğretim üyesi olduğu ve provaların da yer alacağı İstanbul Teknik Üniversitesi Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmaları Merkezi’nde (MİAM) gerçekleştirilecek. İleri tarihlerde ise sürpriz gösteriler var.

CUMA(Contemporary Utopia Management) Güncel Sanat Ütopyaları tarafından yürütülen; İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteği ve MİAM işbirliği ile gerçekleşen proje; 2005 yılından beri Birmingham’dan Tokyo’ya kadar tam 22 şehirde sahne aldı.

Mesela Birmingham’da katılımcılar suratsız otobüs şoförlerinden dem vururken Floransa’daki koro otoparkların pahallılığına duydukları nefreti şarkı sözleriyle açığa çıkarmışlardı.

Şimdiye kadar yapılmış tüm Şikayet Koroları www.complaintschoir.org adresinden görülebilir.

İki ünlü sanatçı Tellervo Kalleinen(Finlandiya) ve Oliver Kochta-Kalleinen(Almanya), İstanbulluları şikayetlerini şarkı söyleyerek duyurmak için koroya davet ediyor. Eğer siz de “İstanbul Şikayet Korosu”na katılmak isterseniz; başvurularınızı, şikayetlerinizle beraber 3 Aralık Perşembe günü saat 17.00’ye kadar koro@c-u-m-a.org adresine göndermeniz gerek.
Başvuru formuna şu adresteki sayfanın en altındaki kısımdan ulaşabilirsiniz...

1 Aralık 2009 Salı

1001 Belgesel Film Festivali

Hayatta farklı deneyimleri yaşama taraftarıyım her zaman.
Dolayısıyla bu festival beni cezbetti ve gitmeye karar verdim.Eğer kendime şu anda verdiğim sözü tutup bu belgesel festivaline gidersem yorumlarımı da sizlerden esirgemeyeceğim...

Şimdi biraz festivalden bahsedelim:
Türkiye’de düzenlenen ilk belgesel film festivali olan 1001 Belgesel Film Festivali, 4-11 Aralık tarihleri arasında on ikinci kez dünyanın her köşesinden öyküleri İstanbul izleyicisine taşıyacak.

Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) tarafından, Türkiye’de belgesel sinema kültürünün yerleşmesi ve gelişmesi için düzenlenen 1001 Belgesel Film Festivali, dünya insanlarının yaşamlarını, öykülerini, tarihlerini buluşturarak insanların kendilerini ifade edebilmelerine katkıda bulunmayı, farklı kültürlerin birbirleri hakkında daha fazla bilgi edinmeleri ve böylece farklılıklar konusunda anlayışı ve hoşgörüyü arttırmayı hedefliyor. Bu anlamda daha çok sosyal ve tarihsel konulara vurgu yapan 1001 Belgesel Film Festivali programında dünyanın pek çok farklı ülkesinden filmler yer alıyor.

Festival, gerek Türkiye gerekse dünyanın farklı ülkelerinden, kültürlerinden belgeselleri bir araya getirmenin yanı sıra belgesel sinema alanında çalışmalar yürüten insanlar için de bir platform olma özelliğine sahip.

Festival esnasında film gösterimlerinin yanı sıra panel, söyleşi, ustalık dersi ve “geceyarısı belgeselleri” gibi etkinlikler de gerçekleştirilecek. 12. Festival ayrıca bir süredir ara verilen bir geleneği de devam ettiriyor ve dokuzuncusu gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Belgesel Sinemacılar Konferansı”na ev sahipliği yapıyor. Özellikle belgesel sinemacıları bir araya getiren konferansın konusu ise “Bir Sanat Formu Olarak Belgesel Sinema” .
Festival açılışı 3 Aralık 2009 Perşembe akşamı Cemal Reşit Rey salonunda gerçekleştirilecek. 20:30’da başlayacak olan açılışta festival yöneticileri ve festivale destek veren kurum ve kuruluşların temsilcileri birer konuşma yapacaklar. Açılış gecesi ayrıca çeşitli dillerde söylenen şarkılardan oluşan mini bir konser de düzenlenecek.

*12. İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nde bu yıl yaklaşık 80 belgesel gösterilecek.
*Festival programında ayrıca 2010’da İstanbul’da gerçekleştirilecek olan Avrupa Sosyal forumu açısından deney paylaşımı olabilecek filmler de yer alıyor.
*Bu yıl İstanbul’da daha önce gösterilmemiş bazı arşivlerden filmler de festivalin programında yer alıyor.
*Festivalin bir diğer önemli bölümünü de müzikle ilgili belgeseller oluşturacak.
*Bu yıl festival programında yer alacak bölümlerden biri de Küba Belgesel Sineması.
*Türkiye’de belgesel sinemanın gelişimine katkıda bulunmayı amaç edinen 1001 Belgesel Film Festivali programının önem verdiği bölümlerden biri de Türkiye’den Belgeseller.

Festivalin sitesini incelerseniz filmlerin listesine ve gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz.