parmaklarım üşüyordu,
buğulu otobüs camından dışarıya kaçtı gözlerim.
onu buldu.
küçük bi çocuk.
küçük bi çocuk dışarıda vücudunun ve kafasının yere paralel gelmesine neden olacak kadar ağır bişey taşıyordu.
gözyaşım yağmura karışıp karışmamakta tereddütlü.....
küçük,evine vardığında sırtındakilerle evi ısıtacağından gülümsüyordu,.
anladım.
rüzgar ona dokunmuyordu,
yağmur yanından geçip gidiyordu,
nedense parmaklarım artık soğuğu hissetmiyordu.
küçük, bana eskiyi hatırlatmıştı.
benimde bir zamanlar yere baktığım günleri.
oysa şimdilerde,
evrenin en kötü gezegeninde
bu gezegenin en kötü varlığı insanı görüyorum kafamı kaldırınca.
insan hayatı boyunca acı çekiyor, irili ufaklı.
biri bitince diğeri başlıyor
biri bitince, biten dert birden çok kolay oluveriyor.
o acıyı yenmek için geçirdiğimiz, kayıplar verdiğimiz savaşları unutuyorduk hemen.
sonsuz bir girdap.
çırpındıkça dibe bat.
işte bu tür günlerden bir gün,
bu sefer umut dolu bir çocuk
ilk çığlığını attığında dünyaya
babası şöyle fısıldadı kulağına
"hoş geldin oğlum
hoş geldin dünyaya
seni seviyoruz
ve yolculuğunda sana destek olacağız ."
bir kitapta okumuştu adam yazılanları.
söylemek kolaydı sözleri
ama tutmak çok zor
şimdi geriye dönüp baktığında
ara sıra hata yaptığını düşünür adam
hayat kitaplar kadar canlı değil dünyada
kısa ve öz
yani yaşa ve öl
şimdi nasıl anlatacaktı ona ölümü
neden gittiğini?
nereye gittiğini?
sözünü ne kadar tutmak istediğini...
peki ya çocuk?
tabii ki ölümü biliyordu,
olacakları da.
ama canından bir parça koparıp
kurban etmek toprağa
her baba yiğidin harcı değil.
bu zamana kadar
bu denli büyümemişti.
kendini mezarı kazıyor gibi hissediyordu.
içine bir beden,bir ruh gömecekti.
sonunda adam, küçük çocuk hikayesini anlattı oğluna.
sonunda çocuk, izin verdi babasının huzura kavuşmasına.
yıllar sonra bir hikaye yazdı o da.
küçük bi çocuk hikayesi.
yine bir babadan, oğula.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder