12 Ekim 2010 Salı

Araf

Araf
Elif Şafak
Metis Yayınları
Nisan 2004
345 Sayfa
Puan: 7.5

Kim gerçek yabancı - bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi, yoksa kendi ülkesinde yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka bir yeri de olmayan mı?

İsimlerin yabancı memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir - bazen bir nokta, bazen bir harf ya da vurgu. Yabancının isminin başına gelenler pişmiş tavuğun olmasa da pişmiş ıspanağın başına gelenlere benzer - ana malzemeye yeni bir tat eklenmesine eklenmiştir de kalıpta gözle görülür bir çekme olmuştur bu arada. Yabancı işte ilk bu fireyi vermeyi öğrenir. Yabancı bir ülkede yaşamının birinci icabı insanın en aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır.


Kitaptan Bölümler
Sevgililerimizi elimizden kaçırmaktan ölesiye korktuğumuz için onlardan gelecek değişime inatla direniriz, oysa belki de aşkla beraber gelen değişim tek kurtarıcımız olacak hayatta.

Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi.

Yahudilerin tam da ölüme ramak kala bir hastaya isim vermek adetleri bu yüzden. Ölüm döşeğinde yatanların isimlerini değiştirirlerdi, ikinci bir hayat şansı verebilmek için onlara.

İsimler böyledir işte, bir insana dair ilk ve en kolay öğrenilen, ama aslında en zor sahip olunabilen.

Rastlantıların kendilerine has bir büyüsü vardır. Yeterince ani ve keyifliyseler bir de her biri fani yapımı minyatür boy mucizeler gibi görünebilir maruz kalanların gözlerine, özellikle de çaresizlerin.

İnsan toplulukları zıt dinamiklerle işler. Son tahlilde herkes yana yakıla popülerlik peşinde olsa da popüler olmayan, içine kapanık birine duyulan genel talep, popüler ve dışa dönük birine yönelik genel talebi geçebilir. İçe kapanık insanlar oksijen gibidir, etrafta olduklarında belli bir değerleri yoktur ama olmadıklarında acilen ihtiyaç duyulur varlıklarına.

Ölü bebekler doğuran ve ölenleri yasını bile tutmadan hemen yenilerine hamile kalan, o her şeyi kapsayıcı, yutucu rahimdi zaman.İnsanı daha uzun süre boğabilmek için azar azar boğuyor, azıcık soluklanmaya yetecek havayı vermeyi ihmal etmiyordu.

...ancak geçerken istasyonda yan yana gelmiş iki tren kadar yakın olduklarını, yola çıkış anı geldiğinde zıt yönlere hareket edeceklerini fark etmişti.

İnsanlar seninle yemek yerse sana ihanet ederler ama bir köpek seninle yemek yerse bil ki seni sevdiği içindir.

"Umarım hayatın cennet olur," bir sevgilinin aynaya yazılmış lanetidir. Bütün aynalarda olduğu gibi burada da sağ solda, sol sağdadır, yani cennet aslında cehennemdir.

Bundan böyle beni onurlandıran ilişkilerimi sürdürüp, onurlandırmayanları bitireceğim. ... Bir ilişkide ne zaman kalmam gerektiğini ... onu ne zaman bırakacağımı bileceğim.

Adaletsizliğiyle nam salmış bir yargıç karşısında, kanunları kendisine yabancı olan bir mahkemede tek başına yapmak zorunda kaldığı, kaybetmeye mahkum bir savunma yaparcasına, kendi masumiyetinden emin de olsa bunu kanıtlamasının hiç yolu olmadığını teslim edercesine konuşmuştu.

Sıkı sıkı dokunmuş ahlak kumaşında, gayet dünyevi bir ilmiğin kaçık olduğunu bilmiyordu kimse.

Ben kimim, ne istiyorum, illa ki istemek zorunda mıyım... birini, bir şeyi... illa ki olmak zorunda mıyım... birisi, bir şey? Belki aşk sevgiliyi kazanmayı değil, kendini onda kaybetmeyi gerektirir.

İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün birinde özel birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder