12 Ekim 2010 Salı

Kırmızı Bisiklet

Kırmızı Bisiklet
Can Dündar
İmge Kitabevi
2005
169 Sayfa
Puan: 9

Ve ben, aslında harfiyen hatırlayarak dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden...
Ben onu gemleyemedim, o demledi beni...
Olgunlaştım, basarak üzerine birikmiş bütün yırtık takvim yapraklarının, yıllar yılı aynı çemberde dolanmaktan başı dönmüş akrep ve yelkovanların, o incecik delikten biteviye süzülmüş kumların, evine gire çıka ötmekten sesi kısılmış yorgun guguk kuşlarının, batmış onca güneşin, parıldamış bunca ay ışığının, hilalin ve fecrin, uğruna savaşılmış, yokluğuna alışılmış dostların, birbirine karışarak yanıp sönen kahkahalarla gözyaşlarının, yazılmış yazılamamış bunca satırın, tutulmuş tutulamamış onca sözün, dediklerimin, bir an önce bitmesini istediğim veya hiç bitmesin diye dualar ettiğim anların, koşuda çabuk yorulanların ya da koşmaya hiç niyeti olmayanların, sevaplarımın, günahlarımın, hatalarımın...
... süzüldüm imbiğinden...
Piştim, o ihtiyarın dergâhında...
Babamın oğluydum eskiden;
Oğlumun babası oluverdim birden...

 

Kitaptan Bölümler
Sol elimle gidona, sağ elimle seleye yapıştım; burnumu çocuksu kokular saçarak dalgalanan saçlarına gömüp kırmızı bisikletin yanı sıra koşmaya başladım; önce ağırdan alan, giderek hızlanan bir tempoda.
O, yüzünü yalayan rüzgarın ve emin ellerde olmanın keyfiyle kahkahalar atarken, ben bisikleti dengede tutmak için büyük enerji harcıyor, tekerden hızlı koşma çabasında nefes nefese soluyordum.

Nesnelerle olduğu gibi insanlarla da "işlevsellikleri" ölçüsünde ilişki kuran bir kuşak yetişiyor.

"Örtmen" "hoca" olmamıştı daha... Silgiler kokusuz, domatesler hormonsuzdu. Servis yoktu, okul çıkışında sımsıkı sarılan anneler vardı.

Savaşın ve kötülüğün pençesine düşmüş, kirli, haksız, yoksul bir dünyaya doğdunuz.
Masallardaki kötü adamların yeryüzündeki temsilcileri gözünü size dikti:
Savaç tacirleri elinize taşlar, silahlar verip cepheye sürüyor sizi...
Pornocular çıplak fotoğraflarınızı satıyor.
Oyuncakçılar, reklamcılar gözünüzü boyuyor.
Çocuk çalıştıran imalathaneler, oyun zamanlarını çalan dersaneler derinizi soyuyor.
18 yaşına kadar "çocuk" sayıldığınız halde köleler gibi çalıştırılıyor, atlar gibi yarıştırılıyor, vahşiler gibi savaştırılıyorsunuz.

Dün şiddetli bir patlamayla uyandım uykumdan...
Önce sarsıldım, sonra kesildi göbekbağımdan gelen kan...
Dün vurmuşlar annemi... tek kurşunla başından...
Anam 20'lik bir taze, ben 5 aylık cenin...
Sokak ortasında vurulduk, bu güzelim ülkenin...

5 katlı binanın enkazından annesinin gövdesi korumuş 4 yaşındaki Murat'ı...
Ana oğul, sarmaş dolaş, saatlerce kurtarma ekibini beklemişler. Murat'ın uykusu geldikçe annesi öpüp uyandırmış onu:
"Uyuma bebeğim" demiş; "birazdan kalkıp parka gideceğiz."
Böyle dayanmışlar, enkazın ağırlığına, karanlığına...
Sonra gelmiş kurtarma ekipleri... Murat'ı çekip almışlar beton yığınlarının arasından, sapasağlam... Oğluna bedenini kalkan eden anne Ayşe Çamur orada kalmış.
Murat sedyede "Annem söz verdi" diyordu; "parka gideceğiz..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder